Ne çok sapılacak başka yolların tariflerini sundun bana, tek yönlü bir yoldan sadece sana geliyordum oysa. Taşlar döktün, yağlar döktün virajlara savruldum yolumdan çıktım, senin yüzünden, taklalar attı aracımın içinde sıkışıp kaldım.
Tüm yaralarıma rağmen gene yola devam ettim ve sana ulaşmanın yollarını aradım.
Tuhaf bir duygu saplantısı içinde sadece sana kilitlenmişti kalbim İle beynim. Göremedim senin bana göstermek istemediğin yaralarını,
Senin de benden kaçmayı düşünüyor olmanı ben hiç düşünmemiştim,
Ben seni istiyordum ya, senin de beni yürekten istediğini sanmıştım...
Oysa hayat herkesin kendi bulunduğu yerden gözüktüğü gibi değilmiş. Kimse kimsenin ne düşündüğünü ve ne istediğini anlamıyormuş gerçekte. Ben... ben diye dolaşırken ortalıklarda, sadece insan kendisini seviyormuş yeni fark ettim.
İnsan bir kaybın ardından kendi kaybettiklerine yanıyormuş ve kendi yalnızlığına ağlıyormuş en çok. Hüzün kokan duygularda en çok ben İle bencillik varmış.
Sen o şişelerin dibinde, o loş ışıklı, hüzünlü şarkıların yüksek perdeden çalındığı mekanlarda beni aramıyordun herhalde.
Kendi gençliğini kaybetmişsin o karanlık gecelerde, sayısız senelerde. Beynini bulandırıp, berrak düşüncelere bulanık duygular katıp, dibi gözükmeyen sularda yürümüşsün boğulma pahasına. Sel sularına kapılıp sürüklenmişsin, Çamurlu kıyılara savrulup kendinden geçmişsin, kimim umurunda.
Gençliğini ihtiyarlık İle değiştirmiş, hayallerini bir şişe sirke gibi şaraba, ucuz bir akşamcı kahvesinde duman karşılığı, meyhanede bir tabak meze karşılığı aşk şarkıları söylemişsin. Hani o şarkılar bana yazılmıştı? Benden başkasına söylenmeyecekti o şarkılar? Sen beni ve bana olan duygularını b masalarda umut arayan, umutsuz insanlara değişmişsin, diyorlar...
Yağmurlu soğuk gecelerde, ıslak Arnavut kaldırımlı dar İstanbul sokaklarında yürürken her evin kapısına papatya bırakır gibi umutlarını tanımadığın o ahşap kapılarda bırakmışsın. Ciğerlerinden gelen yangın İle sokaklarda naralar atmış, küçük çocuklarla, yaşlıları korkutmuş, gençlerle kavgaya tutuşmuşsun. Sen ne kadar naif bir adamdın aslında, kimseyle kavga etmeyi sevmezdin. İyi huylarını çamaşır ipine asmış, sonra o ipleri çözmüş, uçurtmalara kuyruk yapmışsın.
Sen benim ilk göz ağrım, ilk aşkım, ilk hevesim, ilk yürek kırıklığımdın, senin tercihlerini bilemedim. Senin neden bağımlı olduğunu ve duru düşüncelerden kaçtığını bilemedim. Bende senin duyguların peşinden koşarken gerçekte kendi duygularımın peşinden gitmiş olduğumu anlayamadım.
Sen beni bırakıp gittin gibi gözüken bu durum aslında gözüktüğü gibi değilmiş tam çeyrek asır sonra anladım. Zamanı gelince herkes gitmesi gerektiği yere gider, hayat kaldığı yerden devam edermiş. Oysa ben tersini yapmıştım ve hayatın olağan akışına karşı çıkmaya çalışmıştım. Yağmur gökyüzünden yeryüzüne yağar, sular buharlaşıp bulutlara ulaşır. Oysa ben yağmur olup yağarken gökyüzüne tutunmaya çalışmışım, buhar olup gökyüzüne çıkarken de toprağa sımsıkı tutunmuşum.
İnsan ömrü o kadar kısa ki gidenin peşinden senelerce yas tutacak kadar uzun değil. Bunu uzun gecelerde uykusuz kalıp, gidişine isyan ederken öğrendim.
Sen kendini benden uzaklaştırırken beni de kendinden uzaklaştırmışsın aslında ben o sözleri iyi okuyamamışım. Belki de yas tutmayı sevdi yüreğim kendime senin gidişinle ilgili bir kabuk oluşturdum ve onun içine gizlendim kendimce.
Sen gittin beni kaybettin, ben senin gidişinle yalnız seni değil yönümü de kaybettim